Özel BEYMER TIP MERKEZİ


http://www.beymertip.com/

Salı

Epilepsi Tedavisinin Vazgeçilmezi; EEG





Epilepsi tarih boyunca korkulan, çekinilen hatta kötü bakılan bir hastalık olmuş. İnsanlar eski çağlarda bu hastalığı bilmedikleri, hatta bulaşıcı olduğunu düşündükleri için epilepsili hastalardan uzak durmayı tercih etmişler. Aslında 21. yüzyılı yaşadığımız bu günlerde bile epilepsi hastaları ne yazık ki benzer tutumlarla karşılaşabiliyor. Böyle bir sonucun yaşanmasındaki en önemli neden ise bilgisizlik ve bilinmeyene karşı gösterilen reaksiyon olarak tanımlanıyor.

Epilepsi, yani halk dilindeki adıyla "
sara" nöbetlerle seyreden bir beyin hastalığı. Uzmanların verdiği bilgiye göre epilepsi Türkiye`de 700 binin üzerinde hasta ve onların ailelerini etkileyen bir sorun. Ayrıca, toplumun olumsuz bakış açısı ve yanlış inançlar hastaları zaman zaman karamsarlık içine düşürebiliyor. Bu duruma gelişmiş ülkelerde de rastlanabiliyor. Tüm bu nedenler epilepsiyi zor bir hastalık haline getiriyor.
Epilepsi her yaşta görülebilmekle birlikte öncelikle çocuklar ve genç erişkinleri etkiliyor ve hangi yaşta görüldüğüne göre nedenleri de değişiyor. Uzmanların verdiği bilgiye göre, her yıl 30-40 bin arasında yeni epilepsi hastası topluma katılıyor. Her iki cinste de aynı oranda görülen epilepsinin yüzde 30`u 4 yaş öncesinde, yüzde 90`ı ise 25 yaş öncesinde başlıyor. 25 yaş sonrasında epilepsi görülme oranı yaşlılık dönemine kadar azalıyor ve 60 yaş sonrasında tekrar yüzde 3-4`lere çıkıyor. Diyabet hastalığı, tansiyon

EPİLEPSİ NÖBETLERİ


Günümüzde epilepsi nöbetlerini durdurmaya yönelik yapılan gerek medikal, gerekse cerrahi tedaviler hastaların yaşam kalitesinde iyileşme sağlıyor. Ancak ilaçlar her hastada aynı şekilde etkili olamıyor ve sadece nöbetleri kontrol altına almak için kullanılıyor.
ASM Nörolojik Bilimler Koordinatörü Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Hikmet Uluğ, her nöbet geçirenin epilepsi hastası olmadığına dikkat çekerek, bir kişinin epilepsi hastası olarak adlandırılabilmesi için nöbet yapabilecek beyin dışı bir bozukluğun olmaması ve nöbetlerin
tekrarlaması gerektiğini anlatıyor.

Beyin milyarlarca sinir hücresi, hücrelerin uzantıları ve sinir hücrelerini destekleyen dokulardan oluşuyor. Bu sinir hücreleri elektrik akımlarıyla çalışıyor. Her sinir hücresi elektrik akımı yaratma ve bu akımı diğer hücrelere iletme yeteneğine sahip. Çeşitli bozukluklar nedeniyle sinir hücrelerinde kısa devre olarak tanımlanabilecek anormal elektriksel deşarjlar ya da elektrik fırtınaları oluşabiliyor. İşte bu anormal elektrik akımları da nöbetlere yol açıyor. Ancak epileptik nöbetler çok farklı şekillerde ortaya çıkabiliyor.
Epilepsi denilince birçok kişinin gözünde, çırpınan ve ağzından köpükler çıkan hasta canlanmasına karşın epilepsi nöbetleri sadece bu şekilde gelişmiyor. Op. Dr. Hikmet Uluğ, pek çok epileptik nöbet tipi olduğunu belirtiyor. Yapılan sınıflamaya göre nöbetler önce
parsiyel (kısmi) ve generalize (genel) olmak üzere iki ana gruba ayrılıyor. Beyindeki anormal elektrik deşarjları beynin bir alanında sınırlı kalıyorsa parsiyel, yani kısmi nöbet söz konusu oluyor. Bu tip epilepside hastalar nöbetin oluşacağını önceden hissedebiliyor. Aura olarak adlandırılan bu durumda bazı hastalar vücut ısılarında yükselme, gerginlik ve sıkıntı hissederken, bazıları ise müzik sesleri duyduğunu veya burnuna kötü koku geldiğini belirtiyor. Anormal deşarjlar tüm beyni tutuyorsa generalize, bir başka deyişle genel nöbetin varlığından söz ediliyor. Bu tipte hastalar nöbet geçireceklerini fark edemiyor. Nöbet sırasında tüm vücutta katılaşma, kol ve bacaklarda kasılmalar, bilinç kaybı gibi bulgular genellikle ön planda gelişiyor.EPİLEPSİNİN NEDENLERİ
Epilepsinin oluşum nedenleri doğuştan ya da sonradan olmasına bağlı olarak farklılık gösteriyor. ASM Nöroloji Uzmanı Dr. Levent Üçkardeşler`in verdiği bilgiye göre doğuştan olan epilepsiler ya genetik nedenlerle ortaya çıkıyor, ya da anne karnında yaşanan bazı olaylara bağlı olarak oluşabiliyor. Sanıldığının tersine genetik epilepsilerin tüm epilepsiler içinde çok küçük bir yer kapladığını hatırlatan Dr. Üçkardeşler doğumla birlikte var olan epilepsi nedenleri hakkında şöyle konuşuyor:
"Anne karnındayken, bebeğin gelişimi sırasında çeşitli mikroplar beyinde hasar yaparak epilepsinin oluşmasına neden olabilir. Bunun yanında zehirler, röntgen ışınları bebek beyninde bozulmaya neden olarak doğuştan itibaren ya da sonraki yaşlarda epileptik nöbetlere neden olabiliyor."


Epilepsi yaşamın her hangi bir anında beyinde hasara neden olabilecek bir nedene bağlı olarak da ortaya çıkabiliyor. Yetişkinlerde epilepsiye yol açan etkenler konusunda Dr. Üçkardeşler şunları anlatıyor:
"Doğum sırasında bebeğin oksijensiz kalması gibi doğum travmaları ileride şakak lobu epilepsisi ve diğer bölge kaynaklı epilepsilerin oluşmasına neden olabiliyor. Yine beyin zarı ve beyin iltihapları, beyin tümörleri, şuur kaybı yaratacak kadar beyin darbeleri, bebeklik çağında geçirilen ateşli havaleler epilepsinin oluşmasında etken olabiliyor. Ayrıca, bazı zehirler ve bazı ilaçlar da erişkinlerde epilepsi yaşanmasına neden olabiliyor."

NÖBETLER NEREDEN BAŞLIYOR
Nöbetler ya merkezi beyinden ya da kabuğundan başlıyor ve buna göre de isimlendiriliyor. Merkezi beyinden başlayan nöbetlere "generalize", beyin kabuğundan kaynaklananlara ise "parsiyal" nöbetler adı veriliyor ve bu nöbetler tüm beyine yayılarak generalize nöbete dönüşebiliyor. Parsiyel nöbetler belli bir alanda sınırlı kaldığında bunlara basit nöbetler adı veriliyor ve bu nöbet sırasında bazen hastanın işitmesi ve görmesi bozuluyor, midesinde sorunlarla karşılaşabiliyor. Hastanın yaşadığı bu tabloya Aura adı veriliyor ve bu öncü bulgulardan sonra, bir kol ve bacakta kasılma, ağız kenarında çekilmeler gözleniyor. Bu nöbet bilinç kaybı olmadan yaşanmasına karşın, nöbetler bilinçte değişiklik oluşturacak şekilde gelişirse kompleks parsiyel nöbetten bahsediliyor. "Kompleks parsiyel" nöbetler komplike motor hareketlerle seyrediyor. Nöbet sırasında hasta sersemlemiş ve bilinci bulanmış bir görüntü oluşturuyor. Dr. Hikmet Uluğ, kompleks parsiyal nöbet yaşayan hastanın davranışları hakkında şunları anlatıyor: "Hastada nöbet sırasında aniden kalkıp yürüme, anlamsız mırıltılar çıkarma, başın bir tarafa çevrilmesi, çiğneme hareketleri, ellerin ovuşturulması, elbisenin çekiştirilmesi gibi amaçsız hareketler ortaya çıkabiliyor. Ancak çoğu kez nöbet sonrasında hasta yaşadıklarını hatırlamıyor. Çocuklarda bu tür nöbetler gözlerin bir noktaya dikilmesi ve ağız şapırdatma biçiminde ortaya çıkabiliyor. Bazı epilepsi tipleri çocuklukta başlıyor ve erişkinlik döneminde kendiliğinden yok oluyor. Bazı hastalarda ise nöbetler kendiliğinden ortadan kaybolabiliyor. Biri bitmeden diğeri başlayan nöbetler şeklinde gelişen epilepsi tipi ise doğru şekilde tedavi edilmezse ölüme yol açabiliyor."

Nöbetin şekli, şiddeti ve süresi anormal akımın beyinin neresinden çıktığına, hangi yolları kullanarak yayıldığına ve yayılma alanlarına bağlı olarak değişiyor. Nöbet birkaç saniyeden birkaç dakikaya kadar farklı sürelerde yaşanıyor; ve çok ender olarak da nöbet birkaç saat sürüyor. Op. Dr. Uluğ`un verdiği bilgiye göre, bazı hastalar birkaç saatte bir nöbet geçirirken, bazı hastalar ise ayda ya da yılda bir kez nöbet geçiriyor.

TANI YÖNTEMLERİ VE EEG
Epilepsi hastalığının tedavisinde nasıl bir yol izleneceği, hangi ilacın kullanılacağı, tedavi süreci ve tedavi sonrası hakkında hastaya bilgi verebilmek için epilepsinin nedenini bulmak ayrı bir önem taşıyor. Bu nedenle epilepsi hastasına bazı tetkiklerin yapılması mutlaka gerekiyor. Epilepsi tanısı için kimi zaman hastanın sadece nöbet öyküsünü dinlemek ve bazı laboratuvar incelemelerinden yararlanmak yeterli oluyor. Ancak bazı hastalarda, beynin incelenmesi amacıyla ileri teknoloji seviyesindeki tanı yöntemlerinden de yararlanmak gerekiyor.

Günümüzde epilepsi teşhisi ve tedavisinin yönlendirilmesinde kullanılan en önemli yöntem olarak tanımlanan EEG (Elektroensefalografi) yöntemiyle ilgili Dr. Üçkardeşler şu bilgileri aktarıyor: "EEG beyin hücrelerinden çıkan elektrik akımlarının yazdırılması esasına dayanıyor. Beynin belli bölgelerinden çıkan akımlar bilgisayarda kaydediliyor ve inceleniyor. EEG`nin yapılmasındaki amaç, hangi beyin bölgesinin ne tip bozuk elektrik yaydığının görülmesi ve takip edilmesidir. EEG ile sorunun merkezi beyinden mi yoksa beyin kabuğundan kaynaklandığını görebiliyor ve buna göre uygun ilacı verebiliyoruz."
Ancak bazı hastalarda nöbetler ilaçlarla kontrol edilemiyor, bu durumda hangi ameliyat tekniğine başvurulması gerektiğini tespit etmek amacıyla, beyin dalgalarıyla eşzamanlı olarak hastanın görüntüsünün videoya kaydedildiği EEG Monitorizasyon`dan yararlanılıyor.
Hastaların bir bölümünde ise önce beyne elektrod yerleştirilmesi gerekebiliyor. Op. Dr. Hikmet Uluğ, Video-EEG kayıtlama sisteminde beyin dalgaları sürekli yazdırılırken bir yandan da hastanın hareketlerinin videoya alındığını belirterek, "Böylece hekim hastanın nöbetlerini kendi gözüyle görüyor. Bu hareketlerden yola çıkarak nöbetin beynin neresinden başlayıp nasıl yayıldığı anlaşılabiliyor" diyor. Kafanın dışından yapıştırılan elektrodlarla normal EEG çekimine benzer kayıtlamalarla hastaya uygulanacak ameliyata karar verilebiliyor.

EEG kayıtları tüm gün boyunca ve gereğinde günlerce yapılabildiği için hastanın hastaneye yatması gerekiyor. Uzun süreli video monitorizasyon için özel olarak hazırlanan odalarda video kameralar yardımıyla görüntü alınıyor. Monitorizasyon için özel kayıt cihazları kullanılıyor. Bu cihazlar normal EEG cihazlarından farklı olarak hem hasta görüntüsünü hem de EEG dalgalarını eş zamanlı olarak kaydediyor. Daha sonra bu bilgiler bilgisayarlar yardımıyla inceleniyor. Bu işlem sırasında sadece beyin dalgaları ile birlikte gerektiği durumlarda aynı anda kalp atışları, göz hareketleri, kas aktiviteleri, solunum, kan basıncı, kandaki oksijen ve karbondioksit miktarı da kaydediliyor.

NASIL TEDAVİ EDİLİYOR?
Epilepside başlıca iki ana tedavi yönteminden söz ediliyor; birincisi ilaç tedavisi, ikincisi ise cerrahi tedavi. Epilepsinin tedavisi antiepileptik ilaçlarla yapılıyor. Tedavideki temel amaç ise hastanın nöbetlerini mümkün olduğunca kontrol altına almak ve kişinin yaşam kalitesini yükseltebilmek. Çünkü epilepsi hastalarının yüzde 65`inde nöbetler sadece kontrol altına alınabiliyor, bazı nöbetler de tedavi sonucu aura haline dönüşebiliyor. Hasta aurayı hissetse de nöbete dönmüyor. Ancak ilaç ilaçlar hastaların yüzde 20-35`inde yarar sağlayamıyor. İşte o zaman cerrahi tedavinin devreye girmesi gerekiyor.

Cerrahi, Kime Ne Zaman?
Öncelikle belirtmekte yarar var; tüm epilepsi hastaları cerrahi tedaviye aday değil.
Operasyon öncesi, "saptanan nöbet tipinde yapılması düşünülen ameliyat etkili mi?", "ameliyat edilmezse hastanın durumu daha kötüye gider mi?" gibi pek çok soruya yanıt aranıyor. Ardından cerrahi tedavinin hastada yarar sağlayıp sağlamayacağı hekim tarafından belirleniyor. Kalıcı ve kesin çözümün sağlandığı epilepsinin cerrahi tedavisinde iki tipte ameliyat yapılıyor; nöbet oluşturan beyin alanlarının çıkartılması ve nöbet yayılım yollarının kesilmesi. Op. Dr. Hikmet Uluğ, günümüzde uygulanan yeni yöntemler ile cerrahi tekniklerin ileri derecede gelişmesi sayesinde bu tedavinin hem erişkinler hem de çocuklarda başarıyla uygulandığına dikkat çekiyor. Uluğ sözlerini şöyle sürdürüyor;
"Beyin yarımkürelerini birbirine bağlayarak köprü görevi gören ve
korpus kallozum adı verilen yapı, generalize nöbeti olan hastaların uygun olanlarında kesildiğinde, nöbet bir yarımküreye hapsedilmiş oluyor ve böylece hastada nöbet esnasında bilinç kaybı gelişmiyor ya da eskiye oranla daha kısa süreli oluyor. Bu hastalarda nöbetler tam olarak geçmemekle birlikte sıklığı ve şiddeti ileri derecede azaltılarak hastanın normal yaşama dönmesi sağlanıyor. Nöbet yayılım yollarının kesilmesine bir diğer örnek de subpial transection adı verilen ameliyat. Bu ameliyat özellikle nöbetin beynin kritik alanlarından çıktığı durumlarda kullanılıyor.

Böylesi alanların çıkartılması söz konusu olamayacağı için bu bölgede özel aletler kullanılarak, beyne dik bir açıyla 5 mm derinlikte ve 5 mm aralıklarla kesiler yapılıyor. Bu sayede sinir hücrelerinin anormal elektrik boşalmaları bu alanlarda hapsediliyor ve birbirlerini tetikleyerek büyük nöbet oluşturmaları önleniyor. Beyindeki bozuk alanın çıkartılmasına bir diğer örnek de tüm nöbetlerin yüzde 60`ını oluşturan şakak bölgesi ameliyatları. Eskiden beynin şakak lobu genellikle tümüyle çıkartılıyordu. Bu yöntem günümüzde son derece kısıtlı hastada uygulanıyor, geri kalanlarda ise ameliyat öncesi yapılan hassas incelemelerle şakak lobu içindeki amigdal ve hippokampus adı verilen yapılar çıkarılıyor, şakak lobunun geri kalanı korunuyor. Bir diğer ameliyata da birden fazla odağı olan, hiçbir ameliyatın uygulanamadığı ve ilaçların etki etmediği hastalarda başvuruluyor. Boyundan geçen
vagus sinirine takılan bir pil aracılığıyla beyne aralıklı uyarılar yollanıyor. Vagus siniri stimülasyonu (VNS) adı verilen bu yöntem günümüzde pek çok hastada başarıyla uygulanıyor."Hangi Durumlarda Cerrahi Uygulanıyor?
Nöbetlerin epileptik oldukları kesin olarak bilinmeli.
Nöbetler, hasta için uygun olan her türlü epilepsi ilacının uygun dozlarla kullanıldığı halde durdurulamıyorsa.
Nöbetler hastanın yaşam kalitesini ciddi olarak bozuyorsa.
Alerji, aşırı uyku hali ya da karaciğer-böbrek yetmezliği gibi çeşitli nedenlerle hastaya ilaç tedavisi uygulanamıyorsa.
Nöbetleri yapan, ilerleyici ya da dejeneratif bir beyin hastalığı bulunmuyorsa.
Nöbetlerin nedeni, iyi huylu çocukluk epilepsilerinden biri değilse.
Hastanın ameliyat olmamasını gerektiren organik bir sorunu yoksa.
yüksekliği olan kişilerde beyin damar hastalıkları riski yüksek olduğundan paralel olarak epilepsi riski de artıyor.

Kaynak: Anadolu Sağlık Merkezi: ASM Vital (Nisan - Haziran 2007)







Epilepsi Tedavisinin Vazgeçilmezi ; EEG


Beyin hücrelerinden çıkan elektrik akımlarının yazdırılması esasına dayanan EEG ve beyin dalgalarıyla eşzamanlı olarak hastanın görüntüsünün videoya kaydedildiği EEG Monitorizasyon, epilepsinin tanısında kullanılan ileri teknolojiler.



Epilepsi tarih boyunca korkulan, çekinilen hatta kötü bakılan bir hastalık olmuş. İnsanlar eski çağlarda bu hastalığı bilmedikleri, hatta bulaşıcı olduğunu düşündükleri için epilepsili hastalardan uzak durmayı tercih etmişler. Aslında 21. yüzyılı yaşadığımız bu günlerde bile epilepsi hastaları ne yazık ki benzer tutumlarla karşılaşabiliyor. Böyle bir sonucun yaşanmasındaki en önemli neden ise bilgisizlik ve bilinmeyene karşı gösterilen reaksiyon olarak tanımlanıyor.


Epilepsi, yani halk dilindeki adıyla "sara" nöbetlerle seyreden bir beyin hastalığı. Uzmanların verdiği bilgiye göre epilepsi Türkiye`de 700 binin üzerinde hasta ve onların ailelerini etkileyen bir sorun. Ayrıca, toplumun olumsuz bakış açısı ve yanlış inançlar hastaları zaman zaman karamsarlık içine düşürebiliyor. Bu duruma gelişmiş ülkelerde de rastlanabiliyor. Tüm bu nedenler epilepsiyi zor bir hastalık haline getiriyor.


Epilepsi her yaşta görülebilmekle birlikte öncelikle çocuklar ve genç erişkinleri etkiliyor ve hangi yaşta görüldüğüne göre nedenleri de değişiyor. Uzmanların verdiği bilgiye göre, her yıl 30-40 bin arasında yeni epilepsi hastası topluma katılıyor. Her iki cinste de aynı oranda görülen epilepsinin yüzde 30`u 4 yaş öncesinde, yüzde 90`ı ise 25 yaş öncesinde başlıyor. 25 yaş sonrasında epilepsi görülme oranı yaşlılık dönemine kadar azalıyor ve 60 yaş sonrasında tekrar yüzde 3-4`lere çıkıyor. Diyabet hastalığı, tansiyon yüksekliği olan kişilerde beyin damar hastalıkları riski yüksek olduğundan paralel olarak epilepsi riski de artıyor.


EPİLEPSİ NÖBETLERİ


Günümüzde epilepsi nöbetlerini durdurmaya yönelik yapılan gerek medikal, gerekse cerrahi tedaviler hastaların yaşam kalitesinde iyileşme sağlıyor. Ancak ilaçlar her hastada aynı şekilde etkili olamıyor ve sadece nöbetleri kontrol altına almak için kullanılıyor.

ASM Nörolojik Bilimler Koordinatörü Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Op. Dr. Hikmet Uluğ, her nöbet geçirenin epilepsi hastası olmadığına dikkat çekerek, bir kişinin epilepsi hastası olarak adlandırılabilmesi için nöbet yapabilecek beyin dışı bir bozukluğun olmaması ve nöbetlerin tekrarlaması gerektiğini anlatıyor.

Beyin milyarlarca sinir hücresi, hücrelerin uzantıları ve sinir hücrelerini destekleyen dokulardan oluşuyor. Bu sinir hücreleri elektrik akımlarıyla çalışıyor. Her sinir hücresi elektrik akımı yaratma ve bu akımı diğer hücrelere iletme yeteneğine sahip. Çeşitli bozukluklar nedeniyle sinir hücrelerinde kısa devre olarak tanımlanabilecek anormal elektriksel deşarjlar ya da elektrik fırtınaları oluşabiliyor. İşte bu anormal elektrik akımları da nöbetlere yol açıyor. Ancak epileptik nöbetler çok farklı şekillerde ortaya çıkabiliyor.

Epilepsi denilince birçok kişinin gözünde, çırpınan ve ağzından köpükler çıkan hasta canlanmasına karşın epilepsi nöbetleri sadece bu şekilde gelişmiyor. Op. Dr. Hikmet Uluğ, pek çok epileptik nöbet tipi olduğunu belirtiyor. Yapılan sınıflamaya göre nöbetler önce parsiyel (kısmi) ve generalize (genel) olmak üzere iki ana gruba ayrılıyor. Beyindeki anormal elektrik deşarjları beynin bir alanında sınırlı kalıyorsa parsiyel, yani kısmi nöbet söz konusu oluyor. Bu tip epilepside hastalar nöbetin oluşacağını önceden hissedebiliyor. Aura olarak adlandırılan bu durumda bazı hastalar vücut ısılarında yükselme, gerginlik ve sıkıntı hissederken, bazıları ise müzik sesleri duyduğunu veya burnuna kötü koku geldiğini belirtiyor. Anormal deşarjlar tüm beyni tutuyorsa generalize, bir başka deyişle genel nöbetin varlığından söz ediliyor. Bu tipte hastalar nöbet geçireceklerini fark edemiyor. Nöbet sırasında tüm vücutta katılaşma, kol ve bacaklarda kasılmalar, bilinç kaybı gibi bulgular genellikle ön planda gelişiyor.
EPİLEPSİNİN NEDENLERİ


Epilepsinin oluşum nedenleri doğuştan ya da sonradan olmasına bağlı olarak farklılık gösteriyor. ASM Nöroloji Uzmanı Dr. Levent Üçkardeşler`in verdiği bilgiye göre doğuştan olan epilepsiler ya genetik nedenlerle ortaya çıkıyor, ya da anne karnında yaşanan bazı olaylara bağlı olarak oluşabiliyor. Sanıldığının tersine genetik epilepsilerin tüm epilepsiler içinde çok küçük bir yer kapladığını hatırlatan Dr. Üçkardeşler doğumla birlikte var olan epilepsi nedenleri hakkında şöyle konuşuyor:

"Anne karnındayken, bebeğin gelişimi sırasında çeşitli mikroplar beyinde hasar yaparak epilepsinin oluşmasına neden olabilir. Bunun yanında zehirler, röntgen ışınları bebek beyninde bozulmaya neden olarak doğuştan itibaren ya da sonraki yaşlarda epileptik nöbetlere neden olabiliyor."



Epilepsi yaşamın her hangi bir anında beyinde hasara neden olabilecek bir nedene bağlı olarak da ortaya çıkabiliyor. Yetişkinlerde epilepsiye yol açan etkenler konusunda Dr. Üçkardeşler şunları anlatıyor:

"Doğum sırasında bebeğin oksijensiz kalması gibi doğum travmaları ileride şakak lobu epilepsisi ve diğer bölge kaynaklı epilepsilerin oluşmasına neden olabiliyor. Yine beyin zarı ve beyin iltihapları, beyin tümörleri, şuur kaybı yaratacak kadar beyin darbeleri, bebeklik çağında geçirilen ateşli havaleler epilepsinin oluşmasında etken olabiliyor. Ayrıca, bazı zehirler ve bazı ilaçlar da erişkinlerde epilepsi yaşanmasına neden olabiliyor."

NÖBETLER NEREDEN BAŞLIYOR


Nöbetler ya merkezi beyinden ya da kabuğundan başlıyor ve buna göre de isimlendiriliyor. Merkezi beyinden başlayan nöbetlere "generalize", beyin kabuğundan kaynaklananlara ise "parsiyal" nöbetler adı veriliyor ve bu nöbetler tüm beyine yayılarak generalize nöbete dönüşebiliyor. Parsiyel nöbetler belli bir alanda sınırlı kaldığında bunlara basit nöbetler adı veriliyor ve bu nöbet sırasında bazen hastanın işitmesi ve görmesi bozuluyor, midesinde sorunlarla karşılaşabiliyor. Hastanın yaşadığı bu tabloya Aura adı veriliyor ve bu öncü bulgulardan sonra, bir kol ve bacakta kasılma, ağız kenarında çekilmeler gözleniyor. Bu nöbet bilinç kaybı olmadan yaşanmasına karşın, nöbetler bilinçte değişiklik oluşturacak şekilde gelişirse kompleks parsiyel nöbetten bahsediliyor. "Kompleks parsiyel" nöbetler komplike motor hareketlerle seyrediyor. Nöbet sırasında hasta sersemlemiş ve bilinci bulanmış bir görüntü oluşturuyor. Dr. Hikmet Uluğ, kompleks parsiyal nöbet yaşayan hastanın davranışları hakkında şunları anlatıyor: "Hastada nöbet sırasında aniden kalkıp yürüme, anlamsız mırıltılar çıkarma, başın bir tarafa çevrilmesi, çiğneme hareketleri, ellerin ovuşturulması, elbisenin çekiştirilmesi gibi amaçsız hareketler ortaya çıkabiliyor. Ancak çoğu kez nöbet sonrasında hasta yaşadıklarını hatırlamıyor. Çocuklarda bu tür nöbetler gözlerin bir noktaya dikilmesi ve ağız şapırdatma biçiminde ortaya çıkabiliyor. Bazı epilepsi tipleri çocuklukta başlıyor ve erişkinlik döneminde kendiliğinden yok oluyor. Bazı hastalarda ise nöbetler kendiliğinden ortadan kaybolabiliyor. Biri bitmeden diğeri başlayan nöbetler şeklinde gelişen epilepsi tipi ise doğru şekilde tedavi edilmezse ölüme yol açabiliyor."


Nöbetin şekli, şiddeti ve süresi anormal akımın beyinin neresinden çıktığına, hangi yolları kullanarak yayıldığına ve yayılma alanlarına bağlı olarak değişiyor. Nöbet birkaç saniyeden birkaç dakikaya kadar farklı sürelerde yaşanıyor; ve çok ender olarak da nöbet birkaç saat sürüyor. Op. Dr. Uluğ`un verdiği bilgiye göre, bazı hastalar birkaç saatte bir nöbet geçirirken, bazı hastalar ise ayda ya da yılda bir kez nöbet geçiriyor.


TANI YÖNTEMLERİ VE EEG


Epilepsi hastalığının tedavisinde nasıl bir yol izleneceği, hangi ilacın kullanılacağı, tedavi süreci ve tedavi sonrası hakkında hastaya bilgi verebilmek için epilepsinin nedenini bulmak ayrı bir önem taşıyor. Bu nedenle epilepsi hastasına bazı tetkiklerin yapılması mutlaka gerekiyor. Epilepsi tanısı için kimi zaman hastanın sadece nöbet öyküsünü dinlemek ve bazı laboratuvar incelemelerinden yararlanmak yeterli oluyor. Ancak bazı hastalarda, beynin incelenmesi amacıyla ileri teknoloji seviyesindeki tanı yöntemlerinden de yararlanmak gerekiyor.


Günümüzde epilepsi teşhisi ve tedavisinin yönlendirilmesinde kullanılan en önemli yöntem olarak tanımlanan EEG (Elektroensefalografi) yöntemiyle ilgili Dr. Üçkardeşler şu bilgileri aktarıyor: "EEG beyin hücrelerinden çıkan elektrik akımlarının yazdırılması esasına dayanıyor. Beynin belli bölgelerinden çıkan akımlar bilgisayarda kaydediliyor ve inceleniyor. EEG`nin yapılmasındaki amaç, hangi beyin bölgesinin ne tip bozuk elektrik yaydığının görülmesi ve takip edilmesidir. EEG ile sorunun merkezi beyinden mi yoksa beyin kabuğundan kaynaklandığını görebiliyor ve buna göre uygun ilacı verebiliyoruz."

Ancak bazı hastalarda nöbetler ilaçlarla kontrol edilemiyor, bu durumda hangi ameliyat tekniğine başvurulması gerektiğini tespit etmek amacıyla, beyin dalgalarıyla eşzamanlı olarak hastanın görüntüsünün videoya kaydedildiği EEG Monitorizasyon`dan yararlanılıyor.
Hastaların bir bölümünde ise önce beyne elektrod yerleştirilmesi gerekebiliyor. Op. Dr. Hikmet Uluğ, Video-EEG kayıtlama sisteminde beyin dalgaları sürekli yazdırılırken bir yandan da hastanın hareketlerinin videoya alındığını belirterek, "Böylece hekim hastanın nöbetlerini kendi gözüyle görüyor. Bu hareketlerden yola çıkarak nöbetin beynin neresinden başlayıp nasıl yayıldığı anlaşılabiliyor" diyor. Kafanın dışından yapıştırılan elektrodlarla normal EEG çekimine benzer kayıtlamalarla hastaya uygulanacak ameliyata karar verilebiliyor.

EEG kayıtları tüm gün boyunca ve gereğinde günlerce yapılabildiği için hastanın hastaneye yatması gerekiyor. Uzun süreli video monitorizasyon için özel olarak hazırlanan odalarda video kameralar yardımıyla görüntü alınıyor. Monitorizasyon için özel kayıt cihazları kullanılıyor. Bu cihazlar normal EEG cihazlarından farklı olarak hem hasta görüntüsünü hem de EEG dalgalarını eş zamanlı olarak kaydediyor. Daha sonra bu bilgiler bilgisayarlar yardımıyla inceleniyor. Bu işlem sırasında sadece beyin dalgaları ile birlikte gerektiği durumlarda aynı anda kalp atışları, göz hareketleri, kas aktiviteleri, solunum, kan basıncı, kandaki oksijen ve karbondioksit miktarı da kaydediliyor.


NASIL TEDAVİ EDİLİYOR?


Epilepside başlıca iki ana tedavi yönteminden söz ediliyor; birincisi ilaç tedavisi, ikincisi ise cerrahi tedavi. Epilepsinin tedavisi antiepileptik ilaçlarla yapılıyor. Tedavideki temel amaç ise hastanın nöbetlerini mümkün olduğunca kontrol altına almak ve kişinin yaşam kalitesini yükseltebilmek. Çünkü epilepsi hastalarının yüzde 65`inde nöbetler sadece kontrol altına alınabiliyor, bazı nöbetler de tedavi sonucu aura haline dönüşebiliyor. Hasta aurayı hissetse de nöbete dönmüyor. Ancak ilaç ilaçlar hastaların yüzde 20-35`inde yarar sağlayamıyor. İşte o zaman cerrahi tedavinin devreye girmesi gerekiyor.





Kaynak : Anadolu Sağlık Merkezi : ASM Vital (Nisan - Haziran 2007)





Bir kişi yanınızda nöbet geçirirse neler yapmalısınız:      
  1. Öncelikle sakin olun ve yanından ayrılmayın     
  2. Hastanın hareketlerini engellemeye çalışmayın           
  3. Sıkı giysileri varsa giysilerini gevşetin 
  4. Bir tarafa doğru yatırın(sol yan)ve rahat nefes alması için mümkünse ağzını ve solunum yolunu açık tutun
  5. Nöbetinin bitmesini bekleyin.                         
Eğer hasta suda nöbet geçiriyorsa, yaralanmışsa, gebeyse, nöbet 5 dakikadan fazla sürdüyse, ikinci nöbet başlıyorsa, nöbetten sonra hastanın bilinci açılmadıysa hemen ambulans çağırın.                                       

kAYNAK:bilkent.edu.tr/


Sinir Hastalıkları


Sinir Hastalıkları

Sinir hastalıkları sinir sistemini meydana getirenbeyin,beyincik,omurilik,kafa sinirleri ve çevre sinirlerini tutan bozukluklardan dolayı ortaya çıkan hastalıklar. Sinir sistemi insan vücûdunun en karmaşık ve en ince detaylara kadar hizmet götüren bir sistemi olduğundan, buranın hastalıkları birçok diğer sistemi de ilgilendirir.Nöroloji, sinir sistemi hastalıklarıyla ilgilenen bir tıp koludur.


Sinir hastalıkları organik (marazî, hasara bağlı) olabildiği gibi, sinir sisteminin belli bir kısmındaki görev yapabilirliğin azalmasına bağlı, yâni fonksiyonel de olabilir. Fonksiyonel denilen hastalıklarda yapıyla ilgili bir hasar veya eksiklik yoktur. Merkezî sinir sistemi, periferik sinirler ve otonom sinir sistemi olarak üçe ayrılan sinir sistemini ilgilendiren hastalıklar, bunlardan birini veya birden fazlasını ilgilendiriyor olabilir. Nöronlar, yâni sinir hücreleri dış etkilere karşı son derece hassastırlar. Bu hücrelerin ölmesi hâlinde yerine yenileri gelmez. Başka bir tâbirle, sinir sisteminde tâmir ve yeniden oluşum (reparasyon ve rejenérasyon) mümkün değildir. Yalnızca periferik (çevre) sinirlerde bir kendini yenileme vardır ki, bu da son derece yavaştır.


Sinir sisteminin hastalıkları, son derece çeşitli sebeplerden ortaya çıkabilir. Doğuştan olanlar, travmalardan, iltihaplardan, zehirlenmelerden olanlar bunlardan sâdece birkaçıdır. Fonksiyonel hastalıklar ise herhangi bir bozukluk olmaksızın ortaya çıkan durumlardır ki, vücudun herhangi bir bölümünü tutabilirler. Aşağıda sinir sistemiyle ilgili hastalıkların en önemli sebepleri ve bunların örnekleri verilmiştir.

1. İnfeksiyonlar: Menenjit, beyin absesi, ensefalit gibi.

2. Damar hastalıkları: Tıkanmaya bağlı felçler, beyin kanamaları.

3. Tümörler: Olduğu bölgeye göre görev aksaklığı, felçler, hâfıza ve idrak kusurları.

4. Travma: Beyin kanamaları, sinir kopmaları, zedelenmeler.

5. Gelişme bozuklukları: Mongolizm türü geri zekâlılık, omurilik gelişme bozukluğu (spina bifida).

6. Metabolik hastalıklar: Hormon bozuklukları, kan hastalıkları, karaciğer hastalıkları, metal metabolizması bozuklukları da, sinir sisteminde bozukluklara sebep olabilmektedir.

7. Myelin kılıfı (sinirleri saran kılıf) hastalıkları: Multipl skleroz bunlara en önemli örnektir.

8. Paroksismal (arada bir gelen bozukluklar): Migren, histamin baş ağrısı, epilepsi (sara), meniere hastalığı (tekrarlayıcı başdönmeleri) bunlardandır.

9. Zehirlere bağlı hastalıklar: Bakteri zehirlerine bağlı (tetanoz), metal zehirlerine bağlı (arsenik), organik bileşiklere bağlı ziherlenmeler (alkol, karbonmonoksit) en önemlileridir. 

kaynak   www.saglikkutuphanesi.com

Cuma

Beyni Yoran Sebepler ve Haller

nsan beyni durup dururken ne yorulur, ne de yıpranır. Onu yoran ve yıpratan sebepler vardır. Onları ortadan kaldırdığımızda beynimizi korumuş ve kollamış oluruz. Bunları şöylece özetleriz:

a – Dinlenmeden sürekli çalışmak beyni yorar ve çabuk yıpratır. Bu gibileri biraz yaşlanınca, kafaları çalışmaz hale gelir.
Halbuki beyni dinlendirerek çalışanlar ömürlerinin sonuna ka dar normal çalışabilirler. Beyni dinlendirme yöntemlerini yukarıda belirtmiştik.
b – Plânsız ve düzensiz çalışanlar hem bedeni, hem beyni yorar, hem de verimsiz olur.
Sağlığımızı zedelemeden verimli çalışmak istiyorsak, önce yapacağımız işleri iyi plânlamalıyız. İşin önemine ve durumuna göre sıralayıp dinlenme vakitlerini belirtmeliyiz. Bu plân üzere düzenli çalışırsak, yorulmadan işimizi vaktinde bitiririz. Gönlümüz ve bey nimiz rahat, kazancımız da bol olur. Böylece hem kendimiz mutlu oluruz, hem de çevremizdekilerine güzel örnek olarak onlara da mutluluk kazandırırız.
c – Dağınıklık ve düzensiz yaşamak da beyni yorar, insana sıkıntı verir.
Evinin eşyası ve kullanılan şeyler, çalıştığı yerdeki araç ve gereçler dağınık olursa, bu dağınık eşyalar insanın kafasını bozar, zihnini yorar ve çalışma hevesini kırar. Her şeyimiz derli toplu olmalı ve eşyalarımız yerli yerinde olmalıdır. Özellikle hanımlar buna dik kat etmeliler. Çünkü duygusal oldukları için dağınıklıktan daha çok etkilenir, farkında olmadan strese girerler.
d – Ruhsal hastalıklar her şeyden önce insanın beynini etkiler. Bunlara yakalanmamaya, yakalanılmışsa bir an önce kurtulmaya çalışmalı.
Kişi ruhen ne kadar huzurlu olursa beyin de o derece rahat olur ve huzur içinde bıkmadan çalışır. Ruhumuzla beynimiz arasında sıkı bağlantı vardır. Ruhumuzu rahatsız eden her şey beynimizi de rahatsız eder ve yorar.
e – Sürekli kalabalık ve çok gürültülü yerlerde çalışmak da beyni yorar. Böyle çalışmak zorunda olanlar, işten çıkınca sakin ve sessiz yerlerde yaşamalıdırlar. Evlerini ona göre ayarlamalılar. Hele yatak odaları tamamen sessiz olmalıdır. Çünkü gecenin sessizliğinde gürültü insanı daha çok etkiler. Hem de uyku dinlendirici olmaz. Yüksek ses, sürekli gürültü ve kalabalık beyni yorar ve zedeler. Özellikle çocukların beyni daha çok etkilenir. Bunu göz önüne alarak radyo ve televizyonun sesini çok açmayın ve izleme süresini uzatmayın.
Hatta evin eşyası bile mümkün olduğu kadar az olmalı ve düzenli yerleştirilmeli, salon ve oturma odasının köşelerini ve pencere önlerini çiçekle süslemeli. Evlerde kalabalık eşya, hele gelişi gü zel dağınık yerleşmişse, özellikle kadınları daha çok etkiler. Farkında olmadan onları asabileştirir. İnsan ruhu ve beyni, sade, sessiz, aydınlık ve düzenli yerlerden hoşlanır. Aşırı ışık bile gözü etkilediği gibi, beyni de olumsuz yönde etkiler.
f – Evde ve iş yerinde geçimsizlik ve huzursuzluk da hem ruhumuzu hem de beynimizi olumsuz yönden etkiler. Huzur olmayan evlerde çocuklar normal yetişemezler. Derslerinde başarısız olurlar.
Çünkü evdeki huzursuzluklar onların da beynini etkiler, kafalarını bozar. Aile bireylerinin çalışmalarındaki basanları evlerindeki huzura ve uyumlu olmalarına bağlıdır.
İnsanlar kendi yararlarını ve çocuklarının geleceğini düşünerek, evlerini, iş yerlerini ve yaşadıkları her yerde huzuru sağlamak için bütün hünerlerini harcamalılar, hiçbir şey için kafalarını bozmama lılar.
Sinir sistemi bozulunca da beyin görevini yapamaz. Bundan zekâmız ve hafızamız da etkilenir. Bunu göz önüne alarak sinirlerimi zi bozan, yani sinirlerimizi geren veya gevşeten şeylerden ve davranışlardan kaçınmalıyız.
e) Zekâ, Hafıza ve Muhakeme Gücümüzü Nasıl Arttırırız?
a – İşleyen demirin ışıldadığı gibi işletilen zekâ ve hafıza da keskinleşir ve gelişir. Böylece bir çok geri zekâlı sanılanlar zeki olur.
Tek yönde veya belli bir işin tekrarı üzerinde çalışan zekâ geliş mez. Örneğin devlet dairesinde çalışan bir memurun yapacağı belli işler vardır, her gün aynı işi tekrar ederek uzun yıllar çalışır. İşi zor dahi olsa tekrarladığı için alışkanlık haline gelir, zekâsını çalıştırmaya lüzum kalmadan robot gibi işini kolayca yapar.
Bu memur, görevinden başka bir şeyler yapmıyorsa, yeni yeni şeyler düşünerek mesai saatinin dışında kendine kazanç sağlayıcı veya kültürünü artırıcı özel çalışmalar yapmıyor ve kafasını çalıştırmıyorsa, zekâsı da geliri de sınırlı kalır. Ömür boyu dar geçinmeye mahkum kalır. Yıllar geçtikçe zekâsı körlenir, cesareti kalmaz. Hem kendisi, hem de aile fertleri mutsuz ve ümitsiz yaşarlar. Görevini lâyıkıyla yaptıktan sonra kafasını çalıştırırsa düşünür, kanuni ve meşru yoldan para kazanacak bir şeyler bulur, az da olsa çalışır kazanır. Böylece yeni yeni ümit kapılan açılır. Hem rahata kavuşur, hem zekâsı gelişir, hem de kendisine ve beraberindekilere mutluluk yolunu açmış olur. Yahut kitap okur, kültürünü geliştirir, kültürü arttıkça zekâsı daha iyi çalışır.
b – Yeni bir buluş ve atılım kişinin zekâsını geliştirir, iradesini kuvvetleştirir, gücünü artırır ve başka bir atılıma basamak olur. Yeter ki korkmasın, çekinmesin, cesaretle atılımlar yapsın. Cesaret zekâyı arttırır, rızkı bollaştırır. Hz. Peygamber de:
“Korkak tacir kazanamaz, cesaretli tüccarın kazancı çok, rızkı bol olur” demiştir.
İşte zekâsını geliştirmek ve artırmak isteyen mesleği ile görev ve çalışma konusu ile ilgili hususlarda -düşünerek- yenilikler yapmalılar. Her yeni buluş bir başarıdır. Başarı ise insanın cesaretini artırır, onu yeni yeni hedeflere yöneltir. Hedefe ulaşmak için düşünmek ve didinmek de zekâyı geliştirir. Başarı ile zekâ baş başa gider. Yani her başarı zekâmızı artırır. Zekâmız arttıkça başarılarımız çoğalır. Bu da bize mutluluk getirir.
c – Zekâmızı geliştirmenin bir yolu da, kendi kafamızla düşünerek hür yaşamak ve serbest hareket etmektir. Fakat hür düşüneceğiz ve hür yaşayacağız diye din kurallarını, milli örf ve âdetlerimizi çiğnememeliyiz.
Hür düşünürken bunlara da saygılı olmalıyız. Hep başkalarını taklit eden, onların kafasıyla düşünen, hürriyeti alınan ve baskı altında yaşayan kimseler, robotlaşır, köleleşir ve aptallaşırlar. Zekâları geriler, beyinleri donar, düşünemez hale gelirler. Onun için serbest düşünen ve hür yaşayan milletler hızlı kalkınır ve güçlenirler.
d – Allah’ın yarattığı tabiatın güzelliklerinden ibret alarak turis tik gezilere çıkmak, temiz havalı, bol oksijenli ve güzel manzaralı yerlerde yaşamak hem zekâmızı geliştirir, hem sağlığımızı iyileşti rir hem de ufkumuzu yani görüş alanımızı genişletir. Her gördüğümüz şey, bize düşünme konusu olur ve bilgimizi artırır.
e) Anlayarak ve düşünerek kitap okumak da zekâyı kuvvetlendirir. Özellikle günlük yaşantımıza ışık tutucu, güncel meselelerimizi çözücü ve bize mutluluk yollarını gösteren kitapları okumak daha çok yararlıdır.
f – Yeteri kadar dengeli beslenmek de zihnimizi açar, zekâmızı geliştirir ve beynimizi çalıştırır.
Konuyu özetleyerek deriz ki, zekâmızı artırmak için:
Zekâmızı geliştirici, kafamızı çalıştırıcı ve bize kazanç sağlayı cı işler yapmalıyız. Atılgan ve cesur olmalıyız. İnsanlığın yararına, bize de menfaat sağlayıcı bir şeyler icat etmeye ve bir şeyler bulma ya çalışmalıyız.
Hep başkalarını taklit etmeyip kendi kafamızı çalıştırmalıyız, hür ve serbest düşünmeliyiz.
Düşünerek zekâmızı çalıştırıcı kitaplar okumalıyız.
Yeteri kadar dengeli beslenmeliyiz ve beynimizi çalıştırıcı besinler almalıyız. Fosfor ve şeker içeren besinler gibi.
Turistik geziler yaparak tabiatın güzelliklerinden ilham almalıyız ve temiz havalı yerlerde beynimize bol oksijen vermeliyiz. Gördüğümüz şeylere araştırıcı gözüyle bakmalıyız.


Kaynak  /www.kilodiyeti.net

Çarşamba

BAŞLARKEN...

BEYMER TIP MERKEZİ 




blogda yer alan tüm yazı, görsel, müzik vb. içerikler sadece tanıtım amaçlıdır.  Paylaştığım konuların altına  ALINTI ADRESLERİ YAZISI eklenmiştir. Bu sitede yer alan bilgiler sadece genel bir bilgilendirme amaçlıdır. Herhangi bir teşhis koyma veya tedavi etme amacı bulunmamaktadır. Paylaşımda bulanlarında aynı duyarlılığı göstererek yazı, görsel vb. tüm içeriklere isim belirterek, alıntıdır ve link vererek kullanalım. TEŞEKKÜRLER

Pazartesi

Alzheimer Hastalığı

Alzheimer Hastalığı, Nedenleri, Tedavisi 



Organik beyin hastalıkları grubunda, nöropsikiatrik sendromlarla seyreden, temel bulgusu bunama olan dejeneratif beyin hastalığıdır. Yaşlılıkla birlikte Alzheimer riski artıyor. Hastalığın bilinmeyen yönleri tek tek açıklık kazandıkça tedavi umutları da güçleniyor.

Carl Sandburg un dile getirdiği gibi, bir yavru kedinin sessiz ve yumuşak adımlarıyla çöker. Önce eşyalarınızı bulamamaya başlarsınız; sonra sık sık kullandığınız sözcükleri, daha sonra en son tanıştığınız kişilerin adlarını anımsamakta zorluk çekersiniz. Randevuları unutmak, evinizin yolunu bulamamak, telefon numaralarını karıştırmak gibi unutkanlıklar bir süre sonra rahatsızlık verici boyutlara ulaşır. Bu unutkanlık krizlerini önce gizlemeye çalışırsınız, ancak bir noktadan sonra olaylar kontrolden çıkarak yaşamınızın normal akışını bozar. Kaza yapmadan araba kullanamazsınız, yataktan kalkınca giyinmekte zorluk çekersiniz, her zaman yaptığınız işleri yapamaz hale gelirsiniz. Örneğin iyi bir piyano virtüözü iseniz eski performansınızdan eser kalmaz; notaları bile okuyamaz hale gelebilirsiniz. Bütün bu aksiliklere önce gerekçe bulmaya çalışır, sonra bunların rastlantı olmadığını anlayarak büyük bir acı duyarsınız. Size neler olduğunu anlamaya çalışırken, zihninizi kuşatan sis giderek koyulaşır. Çocuklarınız size yabancı gibi gelmeye başlar, korkunç kâbuslar rüyalarınızın dışına çıkarak uyanıklık bilincinizi bulandırır.Öyle ki zamanla kol ve bacaklarınız, bağırsaklarınız ve idrar keseniz kontrolden çıkar. Sessiz bir uyuşukluk ve teslimiyet hali içine yuvarlanırsınız; bir iki yıl içinde iyice yatağa düşersiniz; yatak yaraları ve pişikler ortaya çıkar; yutkunma zorluğu başlar. Bu aşamada ölüm yalnızca bir formalitedir.

Belirtileri kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Günlük yaşam aktivitelerini etkileyen bellek kaybı

2. Günlük yaşam aktivitelerini yapmada güçlük

3. Kelime bulmada güçlük

4. Zaman ve mekan karmaşası

5. Yargı ve karara varmada güçlük

6. Sık kullanılan eşyaların yerlerini değiştirme

7. Ruh hali yada davranışlarda değişim

8. Kişilik değişimleri

9. Sorumluluktan kaçınma

Hastalık, 1906 yılında Alman psikiyatrist Alois Alzheimer tarafından tanımlandığı zaman son derece nadir görülen bir hastalıktı. O yıllarda insanların çoğu genç yaşta öldüğü için hastalığın ortaya çıkma şansı çok düşüktü. O zamandan bu zamana yaşam süresi uzadığı için (ABD de 47 den 77 ye çıktı) Alzheimer kendini gösterme fırsatını yakaladı. Bugün 4 milyon Amerikalı (75 ile 84 yaş arasındaki her 5 yaşlıdan biri, 85 ve yukarısındakilerin yaklaşık yarısı) hastalığa yakalanmış durumda. İnsan ömrünün her geçen gün uzadığı göz önünde bulundurulursa, önümüzdeki 10 yıl içinde bu sayının 6 milyona, 2050 yılında ise 14 milyona çıkacağı tahmin ediliyor. ABD�de bu hastalığın maliyeti yıllık 80-90 milyar USD civarında ve bir tek hastanın yıllık bakımı 47 bin USD civarındadır.

Anne veya babası bu hastalığa yakalanmış olan orta yaşlı insanlar, bir taraftan ebeveynlerinin bakımını üstlenirken, diğer taraftan onlar gibi olmamak için sağlıklı bir yaşam sürmeye çabalıyorlar. Ne var ki bu önlemler ironik olarak onların ömrünü uzattıkça, ana babalarının kaderini paylaşma olasılığını arttırıyor. Alzheimer e ilişkin geleceğe yönelik tahminde bulunmak çok zor. Ve bugünkü tedavi yöntemleri ancak hastalara semptomatik bir rahatlık sağlıyor. Neyse ki son yıllarda bu tablo hızlı bir değişim geçiriyor. Hastalık hakkında son 15 yılda öğrendiklerimiz, bundan önceki 85 yılda öğrendiklerimizden fazla diye konuşan Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi nden Dr. Bruce Yankner, Yalnızca geçen yıl bilim adamları Alzheimer ın beyne yaptığı zararlarla ilgili çok önemli keşiflerde bulundular. Ve bu keşiflerin ışığı altında ilaç şirketleri yarım düzine kadar yeni ilaç üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Tahminlere göre bir veya birkaç ilaç gelecek 7 yıl içinde piyasaya çıkacak. Bütün bu gelişmelere karşın yaşamakta olan bir kişiye kesin Alzheimer tanısı koymak bilimsel açıdan çok zor. Doktorlar bunama belirtileri gösteren her hastaya Alzheimer tanısı koyma kolaylığına kaçmaktan çekiniyor. Bu nedenle doktorlar diğer olasılıkları ortadan kaldırmak için önce hastada tümör, felç veya vitamin eksikliği gibi bulguları araştırmakla işe başlıyor.

Otopsi incelemelerinde hastaların beyin korteksinde ve diğer beyin bölgelerinde önemli ölçüde hücre kaybı vardır. Beyinde belirgin atrofi(küçülme -büzülme) izlenir. Beyin kıvrımları ve sıvı dolu boşlukları genişlemiştir. Sinir sistemi ve bu sistemi destekleyen yapılar zedelenmeye karşı birçok biçimde reaksiyon veren dokular ve hücrelerden oluşmaktadır. Bu reaksiyonu veren hücre grubu �glia�lar olarak kabul edilir. Belli odaklarda yoğunlaşıp, biriken glia hücreleri nodüller(minik topaklar) oluşturur. Bunlara �Glial Plaklar� denmektedir ve bu bölgelerde normal beyin dokusu yerine dejenerasyona uğramış-inaktif destek dokuları artmış nonfonksiyone küçük alanlar bulunmaktadır.

Hastanın beyninin plaka tomarları ile çöplüğe dönüştüğü, plaka nöronlarının ise adına tengıl denilen bükülmüş protein iplikleri ile kaplı olduğu görülür. Son zamanlara kadar bilim adamları bu lezyonlar hakkında yalnızca tahminlerde bulunabiliyorlardı. Kimse bunların ne olduğunu ve nelerden oluştuğunu bilmiyordu diye konuşan Rockefeller Üniversitesi ndeki Fisher Alzheimer Merkezi Başkanı Paul Greengard, Artık bunların nelerden oluştuğunu ve bunların oluşmasına nelerin yol açtığını biliyoruz diyor.

1980 li yılların başında bilim adamları APP (amyloid precursor protein) denilen molekülü tanımlayınca ilk ipucu elde edilmiş oldu. APP, sağlıklı nöronlar tarafından üretilen normal proteinlerdir. Bunlar, bir iğnenin kumaş parçasından geçmesi gibi hücre zarından içeri sızarlar. APP nin tanımlanmasıyla vücudumuzun en az üç çeşit enzim ürettiği belirlendi. Bunlara alfa, beta ve gama salgıları adı verilir. Bu üç enzim APP üzerinde kısaltıcı etki yaratır. Alfadan farklı olarak, beta ve gama enzimleri, birlikte hareket ederek, adına beta amiloid (A-beta)denilen daha kısa, daha yapışkan bir protein üretirler. Hepimiz A-beta üretiriz, ancak kimse bunun ne işe yaradığını bilmez. Bununla ilgili bilinen tek şey, nöronların etrafındaki sıvının içinde birikmeleri ve plaka oluşturmalarıdır.

Sorun normalin üzerinde üretilmeleri değildir. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi nden Dr. Dennis Selkoe, tipik bir Alzheimer hastasının sağlıklı bir insan kadar A-beta ürettiğini belirtiyor. Selkoe ya göre sorun bunların dışarı atılması sırasında ortaya çıkıyor. Normal olarak A-beta hücrenin dışına çıktığı zaman erir, ancak bazen erimesi mümkün olmayan ve adına fibril denilen şekiller oluşturur. Bunlar birbirine yapışarak plakalar haline gelir. Her insan yaşlandıkça plaka üretir. Gerçek sorun, bu plakaların iltihaplanma ile sonuçlanan reaksiyonları tetiklemesidir. Beyin, genel olarak, enfeksiyonlarla mücadele ederken serbest radikal denilen toksik ajanlar üretir. İşte bu fibriller de benzer reaksiyonlara zemin hazırlar. Harvard Üniversitesi nden genetik bilimci Rudy Tanzi, Fibrillerin enflamasyona yol açması durumunda, nöronlar dost ateşi sonucu ölür diye konuşuyor. Plaka formasyonu hakkında bilgiler arttıkça tengılların beyin hücrelerini nasıl öldürdüğü konusu da açıklık kazanmaya başladı. Sağlıklı bir nöron bir ahtapota benzer. Nöronun küresel gövdesi, akson denilen ince uzantılarla kaplıdır. Bunlar diğer hücrelerle bağlantı kurmaya yarar. Adına mikrotüp denilen iç yapıların çevresinde oluşan uzantılar, dolaşım sistemi olarak görev yapar; besinleri taşır ve kimyasal mesajları iletir. Bu sistemi, adına tau denilen bir çeşit yapışkanlı protein bir arada tutar. Tau molekülleri, mikrotüplerin kenarlarına sıkıca yapışır. Alzheimer söz konusu olduğunda, tau molekülleri ayrılır ve kendiliğinden düğümler oluşturur. Bu durumda mikrotüpler parçalara ayrılır ve nöronlar ölür. Nöronlar ölürken beraberinde isimleri, adresleri, sayıları da götürür.

Beynimizin bir santimetreküpünde, bir trilyon bağlantılı, 100 milyar nöron bulunmakta, bunların arasında her bir saniyede 10 milyonXmilyar kere uyarı gerçekleşmektedir. Tüm bunlar 1300 gramdan hafif, sınırsız kompleks bir kimyasal fabrikayı oluşturmaktadır. Bu fabrika içerisinde hücreler arası bağlantılar ve etkileşimler ve bu etkileşimi sağlayan kimyasal maddeler hafıza sistemimizin temelini teşkil eder.

Tau nun düğümlenmesine yol açan etmen nedir? Bazı bilim adamları, amiloid plakaların nöronların dış yüzeylerine baskı yapmasıyla işlemin başladığını tahmin ediyor. Bunun sonucunda içerde birbiri ardına kimyasal değişiklikler oluşur.

Alzhemier�ı Etkileyen Faktörler

Genetik faktörler

AH ile ilişkili 3 kromozom saptanmıştır. Bunlar 21, 14 ve 19. kromozomlardır. 21. ve 14. kromozomlar 40-50 yaşlarında başlayan AH ile ilişkili bulunmuştur. İleri yaşlarda başlayan AH ile ilişkili bulunmamıştır. Kısa bir süre önce 19. kromozom üzerinde APOE-e4 adlı bir genin ileri yaşta başlayan (65 yaş üzeri)AH ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Bu gen günümüzde de birçok araştırmacı tarafından risk faktörü olarak kabul edilmektedir. Bu gen hastalık yapıcı değil hastalığa karşı duyarlılığı artırmaktadır.

Alzheimer ın patolojisi anlaşıldıkça başka sorular ortaya çıkıyor. Hastalık bazı kişilerde 50 yaşlarında kendini belli ederken, niçin bazılarında 90 lı yaşlarda ortaya çıkıyor? Yanıtlardan biri kalıtsallık. Son 10 yılda araştırmacılar mutasyona uğrayan 3 genin hücrelerde A-beta üretimini arttırdığını ortaya çıkarttılar. Bu mutasyonlar soyaçekim yoluyla aile bireyleri arasında görülebilir. Ailesinde Alzheimer vakası görülen kişilerde hastalık büyük bir olasılıkla 60 lı yaşlarda ortaya çıkar. Kalıtsal kökenli vakalarda Alzheimer ın erken yaşlarda görülmesi nadirdir; tüm vakaların yüzde 3 ile 5 ini oluşturur. Hastalığın yaygın şeklinde kalıtsallık payı çok yüksektir. Son çalışmalara göre anne veya babası Alzheimer a yakalanmış kişilerin hastalığa yakalanma eğilimi, sağlıklı ebeveynlere sahip kişilere oranla, 3 mislidir. Hem annesi hem de babası hastalıklı kişilerde bu risk 5 misli artar.

Çevresel faktörler

Çevresel faktörler, genetik açıdan hastalığa eğilim taşıyan kişiler üzerinde, normal kişilere oranla daha etkilidir. Hangi çevresel faktörlerin hastalığı tetiklediği henüz tam olarak bilinmiyor. Bu konuda Sally Luxon ve Diane Schuller adındaki ikizlerin örneği çok belirgin ipuçları içermektedir. Tek yumurta ikizi olan Sally ve Diane, aynı genleri paylaşır. Ohio da büyüyen ikizler, gençlik dönemlerinde hemen hemen benzer bir yaşam sürmüşlerdir. 63 yaşına gelen Diane, yaşını hiç göstermediği gibi eşi ile seyahat etmekten zevk almakta, çocukları, torunları ve 86 yaşındaki annesi ile gayet iyi geçinmektedir. Öte yandan Sally, ileri bir Alzheimer hastası olup, 1963 yılından bu yana hiç konuşmamakta, 1994 yılından beri de yürüyememektedir. Ne çocuklarını ne de torunlarını tanımaktadır. Diane ve Sally bugün Duke Üniversitesi nde yürütülmekte olan İkiz Alzheimer Hastaları çalışmasına deneklik etmektedir. İkisinin farklı kaderlerine açıklık getirmek çok zor olmakla birlikte, bilim adamları genetik olmayan faktörleri gün ışığına çıkartmakta bu ikisinden çok yararlandıklarını itiraf ediyor. Kafa travması çevresel faktörlerin başında geliyor. Otopsi raporlarından yararlanan bilim adamları, kafa travmasının amiloid plaka birikimini tetiklediğini ortaya çıkarttı. Epidemiyolojik çalışmalar bu ani plaka birikimlerin etkisinin uzun süreli dolduğunu gösteriyor. Örneğin 2 bin denek üzerinde sürdürülen 5 yıllık bir araştırma, kafa travmasının Alzheimer riskini 3 misline çıkarttığını ortaya koydu.

Travma gibi uyarı eksikliği de Alzheimer a davetiye çıkartır. Dünyanın neresinde olursa olsun, eğitimsiz kişilerde hastalığın görülme sıklığı daha yüksektir. Son yıllarda Indiana Üniversitesi nde, 65 yaşının üzerindeki Afrika kökenli 2.200 Amerikalı üzerinde yürütülen çalışmaya göre, kırsal bölgelerde yaşayan ve 7 yıldan daha kısa süre eğitim alan kişilerin hastalığa yakalanma olasılığı, şehirlerde yaşayan eğitimli kişilere göre 6. 5 mislidir. Bilim adamları burada, eğitim yetersizliğinin çocukluk dönemi yoksunluğuna yol açtığını düşünüyor.


Kaynak    www.Hekimce com.

Perşembe

Migren


Migren, tüm dünyada hem kadınlarda hem de erkeklerde görülen, sık rastlanan ve ağrılı bir hastalık.Bulantı, kusma, ışığa ve sese aşırı duyarlılık gibi belirtileri olan bu hastalık, migren`li kişi ve ailesi için genellikle çok sıkıntı verir. Migren, ataklar sırasında kişinin tüm faaliyetlerini tamamen durdurabileceği gibi, ataklar arasındaki dönemde de yaşam kalitesini azaltabilir
Kişilerin yaşamlarındaki olumsuz etkilerine rağmen, migren`i olanların çoğu tam tedavi edilmezler. Bu, bazen, migren`i olanların tedavi edilme şanslarının olmadığına inanmalarından ve bu konuda doktora gitmemelerinden kaynaklanır. Ancak daha yeni ve daha etkili tedavilerin bulunmasıyla, migren`i olan pek çok kişi için yeni umutlar doğmuştur.
Migren atağının sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte, migren`i olan çoğu kişi, belli faktörlerin migren ataklarını “tetiklediğine” inanır. Bu tetikleyiciler arasında stres veya stres sonrası gevşeme, çok fazla veya çok az uyku, kuvvetli ışık, hava değişiklikleri ve çikolata, peynir, kırmızı şarap, kahve ve çay gibi yiyecekler yer alır. Çoğu kadında hormonal değişiklikler veya adet dönemi de migren`i tetikleyebilir, ancak ataklar başka zamanlarda da olabilir.

MİGREN ATAĞI SIRASINDA NELER OLUR?
Migren atağı dört döneme ayrılabilir, ancak migren`i olan insanların çoğu bu dört dönemin hepsini birden yaşamaz. Bu dönemler sırasıyla:

1. Uyarı Dönemi
Migren`in ilk dönemi genellikle birkaç saat sürer fakat birkaç gün de sürebilir. Yorgunluk, esneme, ruh hali değişiklikleri, bazı yiyecekler için açlık ve ışık-ses-kokulara karşı artmış duyarlılık gibi uyarıcı belirtilerdir. Yaklaşık olarak migren`i olan her 10 kişiden 6’sı uyarı dönemini yaşar.

2. Aura
Auralar beynin içinden kaynaklanan, başağrısı atağından genellikle 20 dakika ile 1 saat öncesinde oluşan belirtilerdir. Migren`i olan her 10 kişiden ortalama 2’si aura belirtilerini yaşar. Bunlar genellikle görme ile ilgili, çakan ışıklar, zig-zag çizgiler veya görmenin grileşmesi gibi problemlerdir. Aynı zamanda işitme veya konuşma problemleri, zihin bulanıklığı ve vücudun bazı bölümlerinde veya yüzde karıncalanma hissi olabilir. Aura, başağrısı başlamadan önce kaybolabilir veya başağrısı dönemine dek uzayabilir.

3. Başağrısı Dönemi
Çoğu insan için migren atağının en kötü dönemi başağrısıdır. Genellikle zonklayıcı, ağrılı ve sıklıkla da başın bir tarafındadır.
Ağrı her atakta başın bir tarafından diğer tarafına geçebilir veya başın her iki tarfında olabilir. Ağrı genellikle yürüme veya merdiven çıkma gibi fiziksel aktivitelerle şiddetlenir.
Ancak migren ’yalnızca bir başağrısı’ değildir. İnsanların çoğu aynı zamanda bulantı hisseder, bazısı da kusar. Migren`deki başağrısına eşlik eden ve sık görülen diğer belirtiler arasında, ışığa, sese ve kokulara aşırı duyarlılık da yer alır. Migren`li insanların çoğu atakları sırasında karanlık ve sessiz bir oda ararlar. Eğer hiç tedavi edilmezse, migren tipik olarak 4 saat ile 3 gün arasında sürer, ancak süre ortalama 1 gündür.

4. Ağrının Geçme Dönemi
Başağrısı durduktan ya da geçtikten sonra, migren`li insanlarda yeniden normal hissedene dek uzun süre başka belirtiler görülür. Migren atakları genellikle ayda 1 veya 2 kez olur ancak daha sık olabilir. Atakların şiddeti değişiktir ve olacağı önceden kestirilemeyebilir. Yukarıdaki 4 dönemde de her atakta genellikle görülmez. Şiddeti de değişiktir, kişinin aktivitelerini engellemeyecek orta şiddette bir başağrısından, uzun işgöremezlik yaratan şiddetli başağrısına dek değişebilir. Sıklıkla, migren`i olan kişi için iki atak birbirinin aynısı değildir.
Migren, stres yaratıcı bir durum olmakla birlikte, migren atağının sonunda geçeceğini ve daha ciddi bir şey olmayacağını anlamak önemlidir. Migren`i olan bazı insanlar, bu belirtilere yol açan daha ciddi bir şey olabileceğinden endişelenirler, ancak bu çok nadirdir.

Migren tedavisinde pek çok yol vardır. Bunlar ilaç almaktan, yaşam biçimi değişikliklerine kadar farklılık gösterir. Migren`in ilaç tedavisinde iki yol izlenir:
1. Akut tedavi (atak tedavisi)
Atak tedavisi için basit ağrı kesiciler kullanılabilir, ya da migren ataklarına özel ilaçlar alınabilir.
2. Önleme tedavisi
Özellikle ataklar çok sıksa ve yaşam kalitesini çok bozuyorsa önleme tedavisi uygulanır. Bu tedavide migren atağı olsun olmasın, her gün ilaç alınır. Önleme tedavisi atakların sıklığını ve şiddetini azaltmaya yöneliktir.

YAŞAM BİÇİMİ DEĞİŞİKLİKLERİ
Migren ataklarını önlemek için yaşam biçiminizdeki bazı değişikliklerin faydası olur.
Tetikleyicilerden uzak durun!
Başağrısını tetikleyen faktörler kişiden kişiye değişiklik gösterir. Migren ataklarını önlemek için alınacak önlemlerden ilki, parlak ışık, rüzgar, keskin kokular gibi tetikleyicilerden uzak durmaktır.
Düzenli egzersiz yapın!
Vücudu aşırı zorlamayan, yürüyüş, yüzme, bisiklet gibi egzersizler kaslarınızdaki gerginliği azaltır, dolaşımınızı artırır. Böylece migren ataklarınızın sıklığı ve şiddeti önemli ölçüde azalır.
Alışkanlıklarınızı sürdürün!
Düzenli uyuyun,
Düzenli yemek yiyin,
Hafta içi alışkanlıklarınızı hafta sonunda da sürdürün.



--------------------------------------------------------------------------------
Kaynak: www.migren.net

     
      

 

 

      

Çarşamba

Baş ağrısı


Her migren hastası gibi, siz de migren belirtilerini gayet iyi tanırsınız. Fakat ya baş ağrısı ataklarınız günlerce süren devamlı bir ağrıya dönüşürse? O zaman aslında doğru teşhisle tedavi edilebilecek olan bir tedavi komplikasyonu olan tepki baş ağrısı çekiyor olabilirsiniz.
Tepki baş ağrısının uyarı işaretleri şunlardır:
Bütün gün sürer ama ağrının şiddeti saatten saate değişir
Tipik olarak migren öyküsü olan ve aynı zamanda hekim kontrolünde alınmayan ilaçlarla uzun süredir tedavi olan hastalarda görülür
Depresyon ve uyku bozuklukları eşlik edebilir
Daha önce ağrıyı geçiren ilaçlar� artık dozu artırsanız bile etkili olmaz
Migren baş ağrısı için önerilen ilaçlar bu ağrıda etkisiz kalabilirler
Tepki baş ağrısının nedeni, ister reçeteli, isterse reçetesiz olsun, devamlı ve çoğunlukla da giderek artan dozda ağrı kesici kullanımıdır. Tepki baş ağrıları, beyin bu ağrı kesicilere alışıp daha sık alınmalarını istediği zaman ortaya çıkar.

Baş ağrıları kötüleşir, ağrı çoğunlukla başın iki tarafındadır ve kontrol edilmesi zorlaşır. Hasta ilacın dozunu artırırsa bulantı, kusma, huzursuzluk, unutkanlık, güçsüzlük ve depresyon da ortaya çıkabilir. Bu kısır döngü kırılıncaya kadar, tekrarlayan baş ağrısını tedavi etmeye çalışırken devamlı tepki ağrısıyla karşılaşmak mümkündür.
Tepki baş ağrılarının tedavisindeki ilk adım, günlük ağrı kesici kullanımını bırakmak olabilir: Bu ağrıya katkıda bulunan pek çok ilaç etken maddesi mevcuttur.
Bu kısır döngüden güvenle kurtulmak için daima doktorunuza danışın. Bazı ilaçlar, yakın tıbbi gözlem altında azaltılarak kesilmelidir. Ancak, bir aşırı ağrı kesici kullanımı döngüsünden çıkarken, iyileşmeye başlamadan önce birkaç hafta kendinizi daha da kötü hissedebilirsiniz. Doktorunuz, size bu geçici dönemi atlatmanız için yardımcı olacaktır.
Baş Ağrısını Azda Olsa Önlemek:
Doğal olarak bu ağrıları önlemek, ortaya çıktıktan sonra uğraşmaktan çok daha iyi bir seçenektir! Eğer hekim kontrolü dışında ağrı kesici kullanıyorsanız, haftada 3 günden fazla almamaya dikkat edin.
Eğer düzenli olarak akut tedavi kullanıyorsanız, aşırı kullanıyor olabilirsiniz ve bu ilaçlara bağımlılık gelişebilir.
Kendinize şunları sorun:

Baş ağrılarım 6 ay öncesine göre daha mı sık geliyor?
İlacımı haftada 3 günden fazla kullanıyor muyum?
Aynı etkiyi sağlamak için eskisinden daha çok mu ilaç alıyorum?
İlacımı doktorumun önerdiğinden daha sık/daha yüksek dozda mı alıyorum?
İlacımı prospektüsünde önerilenden daha sık/daha yüksek dozda mı alıyorum?
Ağrım yokken başlamasın diye ağrı kesici alıyor muyum?
İlacın etkisi geçerken ağrım yeniden başlıyor mu?
Uyumakta zorluk çekiyor muyum?
Eğer tepki baş ağrısı çekiyorsanız ya da aşırı ağrı kesici kullandığınızı düşünüyorsanız, bir an önce doktorunuzla konuşun. Doktorunuz aşırı ağrı kesici kullanımını azaltmanıza yardım edecek ve size başka önerilerde
bulunabilecektir.

kAYNAK     www.sagliksiz.net

Nörolojik Hastalıklar

Alzheimer Hastalığı Nedir? Nasıl Tedavi Edilir?

 

Alzheimer ilk kez Alman bir psikiyatrist olan Dr Alois Alzheimer tarafından 1906 yılında, ölümünden sonra bir kadın hastanın beyninde bulunan anormal topaklar ve yumaklar şeklinde tanımlandı.
Alzheimer hastalığı bellek, dil ve mantıklı düşünme de dahil olmak üzere bütün zihinsel yetilerde ilerleyici kötülemeye, gündelik etkinlikleri ve davranışları yerine getirme yetisinde değişikliklerin eşlik ettiği bir hastalıktır.
30’lu yaşlarının sonlarında Alzheimer hastalığına tutulduğu bildirilen bireyler olmakla birlikte, hastalık genellikle 60 yaşından sonra ortaya çıkar.3 Araştırmalar beyindeki özgül bazı sinir hücrelerinin dejenere olduğunu ve beynin sözcük anlamında büzüştüğünü göstermiştir. Beynin tutulan alanlarına ait işlevler kademe kademe kötüler, ve bellekte (özellikle kısa süreli bellek), yoğunlaşmada, yönelimde, soyut düşünmede bozuklukların yanı sıra kişilik değişiklikleri ortaya çıkar ve önünde sonunda yıkanma ve giyinme gibi gündelik etkinlikleri yerine getirme yetisi kaybolur.4
Alzheimer hastalığının geniş biçimde tanımlanmış üç evresi vardır, ancak hastalar arasında büyük farklılıklar görülebilir. Bu üç evre yaklaşık bir hastalık takvimiyle Şekil 3’te özetlenmiştir. Alzheimer hastalığı olan kişilerde zaman içinde beyin işlevlerinde ilerleyici düşme gözlenir ve tanıdan sonra ortalama yaşam beklentisi 7-10 yıldır.
Alzheimer Hastalığının Belirtileri
Davranışsal belirtiler
Demanslı hastalarda en sık görülen davranışsal değişiklikler apati ve atıllıktır (hiçbir şey yapma isteği duymama).6 Alzheimer hastalığının bir evresinde, genellikle de hastalık ilerlediğinde, amaçsız gezinme ve saldırganlık gibi sorunlar ortaya çıkar.3 Volta atma ve karıştırma (sözgelimi, Alzheimer hastalığı olan kadınlar sürekli çantalarını karıştırıp durabilirler) gibi amaçsız davranışlar Alzheimer hastalığı için karakteristiktir.6
Depresyon
Depresyon semptomları Alzheimer hastalığında yaygındır, hastaların yaklaşık %40-50’sinde bunların varlığı bildirilmektedir. Hastalarda bilişsel bozulmanın daha az olduğu erken evrelerde daha sık ortaya çıkma eğilimindedirler ve hastalığına karşı bir miktar içgörüsü kalmış olan hastalarda daha sık olabilirler.3,7
Ajitasyon
Saldırganlık, kavgacılık, bağırma, hiperaktivite ve disinhibisyon (normal toplumsal sınırların dışına taşan davranışlar) gibi bir dizi davranışsal bozukluğu kapsayan genel bir terimdir. Demanslı hastaların %50’ye varan bir oranında, özellikle de hastalığın orta ve ileri evrelerinde ajitasyon görülür.8,9
Psikoz
Hastaların küçük bir oranında paranoya, sanrılar ve varsanılar ortaya çıkar. Bunlar hastalar ve bakımverenler açısından özellikle sıkıntı verici olabilir ve şiddete yol açabilir. Bir çalışmada, olası Alzheimer hastalığı tanısı konmuş hastaların neredeyse yarısında (%43.5) sanrılar bulunduğu gösterildi.10
Alzheimer hastalığında en sık görülen sanrılar kötülük görme tipindedir (birinin kendi peşinde olduğuna ya da onu öldüreceğine inanmak). Alzheimer hastalığında görülen beş tipik sanrı şunlardır:
• insanların bir şeyler çaldıkları
• o evin kendi evi olmadığı
• eşinin (veya bakımveren diğer bir kişinin) yerine başkasının geçmiş olduğu
• terk edilme
• sadakatsizlik
Varsanılar veya gerçekte olmayan şeyler görme veya işitme belirtileri Alzheimer hastalığı olanlarda sıktır ve daha sık olarak görseldir.9
Uyku bozukluğu –uykuya dalma güçlüğü, sık uyanmalar, geceleri dolaşma ve diürnal ritmlerde değişiklikleri içerir. Uyku bozuklukları Alzheimer hastalığında yaygındır.
Alzheimer Hastalığının Tedavisi
Alzheimer hastalığı için kesin bir sağaltım yoktur, bu yüzden bu hastalığa yakalananların tedavisinde birincil hedefler, kognisyonu (bellek, yönelim ve konsantrasyon), duygudurum ve davranışları (özellikle amaçsız gezinme ve saldırganlık) düzelterek yaşam kalitelerini iyileştirmek ve işlevsel performanslarını en yüksek düzeye çıkarmaktır.
Alzheimer hastalığı ilerleyici ve geri dönüşsüzdür, ama belirtileri bir süreliğine geciktirebilir, hatta iyileştirebilir.
Alzheimer hastalığına karşı farmakolojik ve farmakolojik-olmayan tedaviler kullanılır.
Farmakolojik tedaviler
Asetilkolinesteraz inhibitörleri
Asetilkolinesteraz inhibitörleri (AChEI) kolinerjik nöronlar arasındaki iletişim sürecini hedeflerler.
NMDA reseptör antagonistleri
NMDA reseptör antagonistleri yeni bir ilaç sınıfıdır ve ağır Alzheimer hastalığında yardımcı olan ilk gruptur.
Bir dizi farklı ilaç Alzheimer hastalığındaki etkileri açısından sınanmaktadır. Bunlar arasında Şekil 14’te sıralanmış olan östrojen ve non-steroidal anti-inflamatuar ilaçlar (NSAID) gibi koruyucu etmenler de yer alır.
Depresyon tedavisi
Sıklıkla Alzheimer hastalığının erken evrelerine depresyon eşlik eder.1 Bu durumun tedavisinde antidepresanlar endikedir. Diğer psikiyatrik belirtiler: ajitasyon, apati, uyku bozuklukları, saldırganlık, paranoya vs. ile tek tek ilgilenmek gerekir, ancak Alzheimer hastaları genellikle ciddi miktarda nöroleptik ve sedatifle tedavi edilir.
Farmakolojik olmayan tedaviler
Psikososyal stratejiler Alzheimer hastalarının yaşam kalitesini iyileştirmeye yardımcı olabilir. ‘Anıştırma terapisi’ (hastalara geçmişlerini anımsatmak üzere tasarlanmış) gibi duygulara yönelik psikoterapi davranışsal sorunları azaltabilir ve hastaların duygudurumunu iyileştirebilir. Sanat ve diğer dışavurumcu terapiler, egzersiz ve dans gibi uyaran-yönelimli tedavi de yararlı olabilir.
Bilişsel işlev bozukluğunu düzeltmek üzere gerçeklik yönelimi ve belleğin korunması da dahil bir dizi psikoterapi tekniği önerilmiştir. Ne var ki bu yöntemlerin yararları azdır ve hastalar ve bakımverenler için uygulaması güç olabilirler.1 Bakımverenlerin yarısı kadarının çökkünlüğe girdikleri düşünülürse, bakımverenler de psikoterapi girişimlerinden yarar görebilirler.

ALINTI